Blog Listem

26 Nisan 2013 Cuma

Beklemek

Beklemek Bizim Yasamimiz
Vapur Beklemek
Gun Beklemek
Insan Beklemek
Ciceklerin Acmasini
Gecenin Gecmesini
Sayfalarin Dolmasini Beklemek
XXX
Beklemek Ayriliga Donusmesin
Yonetmesin Bizi Beklemek
Kardesleri var cok guclu
Umit Etmek ve Ertelemek
XXX
Gelisini Beklemek
Uyanmani Beklemek
Cozulmeni Beklemek
Baska bir Yerde Yasamayi Beklemek
Anlasilmayi Beklemek
Onbesinde Beklemek
Kirkinda Beklemek
Beklemek mi Bizim Yasamimiz ?

Beklemeyin Harekete Gecin Hayati Iskalamayin!
Ugur ERDEMIR

21 Nisan 2013 Pazar

Tweet - @laftrolog

"Geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri şu anımızı çalan iki hırsızdır." /Üstün Dökmen/


Ugur ERDEMIR

20 Nisan 2013 Cumartesi

Akıl !

15 Nisan 2013 Pazartesi

misskuzeydora: ON ŞEY İÇİN ZAMAN AYIR

misskuzeydora: ON ŞEY İÇİN ZAMAN AYIR: 1-Çalışmak için zaman ayır. Bu başarının bedelidir. 2- Düşünmek için zaman ayır. Bu zihnin kudret ve kuvvet kaynağıdır. 3- Eğlen...

23 Mart 2013 Cumartesi

YAŞAMAK ZAMANI

Haydi, kalk bakalım,
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Haydi, şimdi kalk bakalım
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Belki de seni şampiyon yapacak

Tam zamanında âşık olmalı

Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Annenin babanın evini,

Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Son kadeh bozacaksa seni

Sana emanetse çoluk çocuk
Yola çıkacaksan ertesi gün

Tam zamanında gülmelisin
Tam zamanında bağırmalısın
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tiksinmeden pisliğinden,
Gerekiyorsa yumruk atmayı

Seni gecenin üçünde arayıp da
Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Hayatına girmek isteyenlere.

Evsiz kalınca çoluk çocuk
Tam zamanında acımalı yüreğin
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuğu.

Tam zamanında koymalısın elini omzuna
Tam ağlamak üzereyken.
O üzüm gözlü çocuğun

Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında çevirmelisin

Tam zamanında söylemelisin sevdiğini

Yemek de boş içmek de,

16 Mart 2013 Cumartesi

Var Olani Sevmek

VAR OLANI SEVMEK...
Acı çektiğimiz tek an olanla tartışan bir düşünceye inandığımız zamandır. Zihnimiz
tamamen berrak olduğu zaman olan, olmasını istediğimizdir.Gerçeğin olduğundan
farklı olmasını istiyorsanız, bir kediye havlamayı öğretmeye çalışın. Ne kadar
uğraşırsanız uğraşın sonunda kedi size bakacak ve miyav diyecektir. Gerçeğin
olduğundan farklı olmasını istemek ümitsiz bir çabadır.
Buna rağmen dikkat ederseniz buna benzer düşüncelere gün içinde defalarca
inandığınızı farkedersiniz. "Insanlar daha nazik olmalı." "Cocuklar terbiyeli olmalı."
"Kocam, (karım) benimle aynı fikirde olmalı." "Daha zayıf olmalıyım (veya daha
güzel, daha başarılı)." Bu gibi düşünceler gerçeğin olduğundan daha farklı olmasını
isteme yollarıdır. Bunların iç sıkıcı olduğunu düşünüyorsanız haklısınız.

Byron Katie
Ugur ERDEMIR
+905054505670

Sevmek.

''Kendini sevmek, egoistçe bir gururdan çok farklıdır. O bencillik değildir. Başkalarını sevebilmek için önce kendinde sevgi olmalıdır. Bu da ilk başlangıç olarak suya atılan taşın oluşturduğu dalgalar gibi önce kendi çevresinde oluşmak zorundadır. Böylece dışa ve uzağa doğru yayılır.

Sevgi bencilliği yok eder. Bencillik de sevgiyi. Kendini seven başkalarına kötü davranamaz. Yapacağı kötülüğün gönlündeki sevgiyi yok edeceğini bilir. Bu yüzden yaptığı kötülüğü veya başkalarına göstereceği sevgi ve saygının mutlaka kendine döneceğini bilir. Çünkü dışarısı bir aynadır. Çevre ve kişi özdür; asıl nesnedir. Orada ne varsa çevreye dağılır ve oradan yansır.

Bu yüzden bencillik ve sevgi bir arada bulunamaz. Kendini seven kimse bencil olamaz. Bu bir anlamsızlık gibi gelirse de gerçek öyle değildir. Çünkü kendini seven insan, nefsini yenmeyi başarmış demektir. Burada şunu ayırt etmekte yarar var. Kendini sevmek, Batı literatüründe yer eden narsizmden farklı bir durumdur. Narsizm, bir hastalıktır. Kendine tutkunluktur. Oysa kendini sevmek, kendinden başlayan bir sevgi ile çevreye açılmaktır. Onda karşılık yoktur. Özden geldiği için beklentisizdir. Bütün psikolojik rahatsızlıkların kaynağı beklentilerdir. Kendini seven beklentiye düşmez. Kendine verilene, sunulana rıza gösterir. Yaptıklarını da karşılıksız yapar. Bundan karşı taraf, algısı nispetinde yararlanır.''

OSH
Ugur ERDEMIR
+905054505670

2 Şubat 2013 Cumartesi

30 Ocak 2013 Çarşamba

Hayat

17 Ocak 2013 Perşembe

İlt: Iyi Fotograf Cekmenin 50 altin Kurali




Ugur Erdemir
+90 537 874 9523



-------- Orjinal mesaj --------
Konu: Iyi Fotograf Cekmenin 50 altin Kurali
Gönderen: ahmet akkaya <ahmetakkaya@hotmail.com>
Alıcı:
CC:










İYİ FOTOĞRAF ÇEKMENİN 50 ALTIN KURALI


1-) Bakış noktanızı iyi seçin. Bunun için fotoğrafını çekeceğiniz konuyu nasıl göstermek istediğinizi düşünün. Sabit bir konunuz varsa (bina, çeşme vs) etrafında biraz dolaştıktan sonra en iyi açısını bulmaya çalışın. Perspektif hatalarını hesaba katmayı unutmayın!
Farklı bakış açıları geliştirmeye çalışın. Ortalama uzunluktaki bir insanın göz hizası yerine, çok daha yukarıdan ya da aşağıdan da çekimler yapmayı deneyebilirsiniz.

2-) Herhangi bir konunun fotoğrafını çekerken, kompozisyonu yatay ya da dikey oluşturmanız konusunda önceki bilgi ve deneyimleriniz size yol gösterecektir. Bazı konular yatay çekildiğinde bazıları ise dikey çekildiğinde doğru ve güzel fotoğraf verirler. Bunun için ilk başta konunuzu kadrajladığınızda, büyük boşluklar kalıp kalmadığına ve konunuzun kesilen yerlerine bakabilirsiniz.

3-) Çekilecek konuya göre doğru objektif seçimi çok önemlidir. Bazı konular yakından, bazıları ise uzaktan fotoğraflanmalıdır. Bir futbol karşılaşmasında ya da vahşi hayvan fotoğrafları çekerken mutlaka belli bir uzaklıktan fotoğraf çekmemiz gerekir. Bunun için tele objektiflere ihtiyacımız olur. Doğru objektif seçimi için, objektif çeşitlerini ve nerelerde işimize yarayıp yaramayacaklarını iyi analiz etmeliyiz.

4-) Özellikle insan fotoğrafları ve portre çekiyorsanız, arka planlarının sade olmasına dikkat edin. Karışık bir arka plan, konumuzla karışacak ve belirginlikten uzak, seçici olmayan sıradan bir fotoğraf karesi olacaktır.

5-) Yakından tanıdığınız ya da ilk defa karşılaştığınız birinin fotoğrafını çekerken konunuzu rahatlatmaya çalışın. Kendinizden emin olun ve karşınızdaki kişiyle bir şekilde iletişim kurmaya çalışın. Fotoğraf çekerken kurulan iletişim sadece konuşarak değil, göz temasıyla ya da beden diliyle de yapılabilir.

6-) Yakından çektiğiniz portre fotoğraflarda göze netlik yapın. Gözlerin net çıkması diğer alanlardan çok daha önemlidir.

7-) Fotoğraf konunuza göre deklanşöre basma anınız değişebilir. Bir manzara ya da hatıra fotoğrafında başka, hız ve hareket olan fotoğraf konularında ise çok daha dikkatli deklanşöre basmak gerekir. Kısaca "kritik an" dediğimiz konu, zamanlama ile ilgilidir. Konunuzu veya olayı iyi takip ederek en can alıcı noktasında deklanşöre basılmalıdır.

8-) Bir daha tekrarlanamayacak önemli bir konu çekiliyorsa mutlaka deneme çekimi yapın ve normal zamanlardan daha fazla sayıda fotoğraf çekin.

9-) Güneşin tam tepede olduğu saatlerde (daha çok 12.00 ile 14.00 arası) mümkünse fotoğraf çekmemeye çalışın. Özellikle insan fotoğrafları üzerinde hoş olmayan sert gölgeler belirginleşebilir.

10-) Fotoğraf çekmek için geniş vaktiniz varsa, yanınızda bir tripod taşıyarak fotoğraflarınızı tripod ile çekin. Böylece kadrajlarınızı daha kontrollü yapma ve yüksek diyafram değerleri kullanma imkanınız olur.

11-) Seyahatlerinizde çantanızda mutlaka mini bir tripod bulundurun. Nerede gerekeceği hiç belli olmaz!

12-) Tripodunuz olmadan elde fotoğraf çekerken, enstantane değerlerinizi mutlaka kontrol edin. Enstantane değeriniz en azından kullandığınız objektifin odak uzunluğuna yakın olmalıdır. Örneğin, 50mm için 1/60sn, 200mm için 1/250sn, 300mm için 1/500sn gibi…

13-) Özellikle portre çekimlerinde ışık konunuzun arkasından geliyorsa konunuz ters ışıkta kalacak ve yüzü nerededeyse tamamen karanlık çıkacaktır. Eğer portrenizin yüzünü karanlık değil de daha aydınlık şekilde göstermek isterseniz en basit yöntem olarak dolgu flaşı kullanabilirsiniz. Böylece portrenizin yüzü de arka plan ile dengeli şekilde aydınlanacaktır.

14-) Fotoğraf çekimlerinizde bir tripod kullansanız bile deklanşöre basma anınızda bir titreşim meydana gelebilir. Bunu önlemek için kablo deklanşör, uzaktan kumanda ya da hemen hemen tüm fotoğraf makinelerinde olan "self timer" modunu kullanabilirsiniz.

15-) Çok büyük ya da çok küçük şeylerin fotoğrafını çekerken karemizin içerisine, konunun boyutunu gösterebileceğimiz ve herkes tarafından bilinen referans alınabilecek bir nesne koymakta fayda var. Örneğin, çok küçük bir obje çekerken, kibrit çöpü ya da bir bozuk para kullanmak gibi…

16-) Ufuk çizgisi, fotoğraf karesinin alt kenarına paralel olmalıdır. Aksi takdirde hoş olmayan yamuk bir fotoğraf karemiz olur.

17-) Özellikle ters ışıkta ve güneş ışığının çok parlak olduğu yerlerde fotoğraf çekerken mutlaka objektifinizin parasoleyini (güneşliğini) kullanın.

18-) Panoramik çekim yapacağınız zaman makinenizi (daha çok kullanılan) yatay yerine tripodunuza dikey olarak bağlayın. Böylece çekmek istediğiniz alanda daha fazla fotoğraf çekebilecek ve perspektif bozulmalarını da en aza indirmiş olacaksınız.

19-) Hızlı konuların (spor karşılaşmaları, araba yarışları…) fotoğrafını çekerken makinenizin obtüratör hızını kontrol edin. Enstantaneniz en azından 1/500sn olsun!

20-) Önemli ve hızlı fotoğraf karelerini kaçırmamak için makinenizin (drive) modunu önceden seri çekime getirin. Netliği konunun gerçekleşebileceği yere önceden yaparak da zaman kazanabilirsiniz. Böylece objektifiniz netlik yapmak için ekstra zaman harcamayacaktır.

21-) Fotoğraflarınıza hız efekti katmak için, nispeten düşük obtüratör hızlarında (1/30, 1/15…)  makineniz ile konuyu takip edip uygun yere geldiğini düşündüğünüzde deklanşöre basın ve takip etmeyi biraz daha sürdürün. Böylece pan tekniğini kullanmış olursunuz. Bu teknikle konunuzun bazı yerleri ve arka alanı netsiz çıkacak ve konunuz hareketli gözükecektir.

22-) Özel mekânlarda çekim ve tripod kullanmak için mutlaka izin alın. Başınızın derde girebileceği yerlerden uzak durun.

23-) En zor fotoğraflanabilecek konulardan biri bebek ve küçük çocuklardır. Çok hızlı ve sürekli hareket ettikleri için fotoğraf karelerine ya çok flu ya da istenmeyen bir anda çekilmiş halleri yansır. Yeni doğmuş bir bebek fotoğrafı çekecekseniz kesinlikle flaş kullanmayın ve flaşınızın kapalı olduğunu bir kez daha kontrol edin.
Çocuk fotoğrafları çekerken de onları oyalayacak bir şeyler bulun. Oyuncaklar bu işe yarar! Arada bir de size bakması için ona seslenin. Unutmayın, küçük bir çocuğun dikkatini sürekli olarak aynı noktada tutamazsınız.

24-) Çekeceğiniz objeyi fotoğraf karenizin tam ortasına getirmeyin. Bilinenin aksine konuyu ortalamak yerine karenin alttan, üstten, sağdan veya soldan 1/3′üne yerleştirmek çok daha iyi bir sonuç verir.

25-) Ormanlık veya ağaçların çok olduğu alanlarda fotoğraf çekiyorsanız çıkan sonuç genellikle gözümüzün gördüğü kadar güzel olmayabilir. Ağaçların arasından süzülen parçalı ışık fotoğraf karenizde delik deşik (açık-koyu bölgeler) bir görüntü oluşturabilir. Çektiğiniz fotoğrafları mutlaka kontrol edin. Parçalı ışık etkisini yumuşatmak için flaş da kullanabilirsiniz.

26-) Çiçek fotoğrafları çekerken rüzgârın hızını hesaba katın. Çiçeğin arka alanına ve üzerine düşen ışığa dikkat edin. Bazı çiçekler ters ışıkta daha güzel fotoğraf verebilir.

27-) Sis, duman ve ters ışık fotoğraflarının her zaman ilgi çekeceğini unutmayın.

28-) İnsan ve yaşamlar üzerine fotoğraflar çekiyorsanız, sade kıyafetler giymeye özen gösterin. Gösterişli fotoğraf çantaları ve büyük fotoğraf makineleri işinizi zorlaştıracaktır.

29-) Hemen her kompakt dijital fotoğraf makinesinde bulunan dijital zoom özelliği gerçek zoom demek değildir. Bizim tek bakacağımız optik zoom özelliğidir. Objektifin içerisindeki mercek sistemlerinin ileri geri gitmesiyle optik zoom (yani gerçek zoom) yapılır. Dijital zoom ise, çekilecek olan konunun yazılımsal olarak büyütülmesiyle elde edilir. Görüntü kalitesini negatif yönde etkileyeceğinden dijital zoom özelliğinin kapalı olmasında ve hiç kullanılmamasında fayda vardır.

30-) Dijital fotoğraf makinelerimizdeki LCD ekranlar pil tüketimini en fazla artıran kısımdır. LCD ekranları mümkün olduğunca az kullanmaya çalışın. Her fotoğraf çekildikten sonra otomatik olarak gösterme özelliğini kapatın, ihtiyaç duyduğunuzda siz LCD ekrana getirin.
Özellikle fotoğrafa yeni başlayanlarda LCD ekranın sık kullanılması istenmeyen kötü bir reflekse dönüşecek ve "nasıl olsa kötüyse siler yenisini çekerim" gibi bir anlayışa yol açacaktır.

31-) Seyahatlerinizde, depolama işinizi nasıl yapacağınızı ve ne kadar fotoğraf çekebileceğinizi hesap etmeye çalışın. Gideceğiniz yere göre taşınabilir bilgisayar, taşınabilir hard disk veya diğer depolama ürünlerini kullanın. Kısa seyahatlerinizde ise sadece hafıza kartlarınız da işinizi görebilir. Birden çok hafıza kartı taşıyın. Ancak onlarca hafıza kartı ile çalışmak işinizi güçleştirecek ve hata yapmanıza sebep olacaktır. En az 2GB hafıza kartları alın!

32-) Hafıza kartını takıp çıkarırken dijital fotoğraf makinenizin mutlaka kapalı olduğundan emin olun. Aksi takdirde hafıza kartınızdaki bilgiler kaybolabilir, kartınız ve fotoğraf makineniz bozulabilir.

33-) Hafıza kartlarınızı silmek içerisindeki bilgileri güvenli şekilde silmeye yetmez. Hafıza kartlarınızı formatlayarak kullanın!

34-) Yeni aldığınız bir dijital fotoğraf makinesinin kullanma kılavuzuna mutlaka göz gezdirin. Hatta üşenmeden hepsini okuyun! Makinenize özel veya daha önce hiç kullanmadığınız bir özelliği olabilir.

35-) Uzun seyahatlerinizde yanınızda yedek pil bulundurmaya çalışın. Eğer makineniz kendi özel şarjlı pili ile çalışıyorsa akşamları mutlaka şarj edin. Kalem pil ile çalışan bir makineniz varsa da kaliteli alkalin piller kullanın.

36-) Karanlık ortamlarda fotoğraf çekerken, genellikle 3-4 metreden uzak mesafelere flaşınızın gücünün yetmeyeceğini unutmayın. Konularınızı daha yakında çekin.

37-) Makinenizin üzerine takılan bir flaşınız varsa, direkt olarak konuya doğrultmak yerine yansıtmalı olarak kullanmaya çalışın. Bunun için duvar ve tavanları kullanabilirsiniz. Bazı üreticilerin flaşlara takılabilen yansıtıcı ve yumuşatıcı gibi aksesuarları da işinize oldukça yarayacaktır.

38-) Otomatik ve manuel olarak kullanılabilen ISO ve WB (White Balance-Beyaz Ayarı) özelliklerini çekimlerinizden önce kontrol etmeyi unutmayın!

39-) Özellikle zor ışık şartlarında fotoğraf çekiyorsanız RAW formatını kullanın.

40-) DSLR fotoğraf makinelerinde objektif değiştirirken hızlı davranmaya çalışın. Mümkünse tozun en az olabileceği tuvalet ve banyo gibi ortamlarda değiştirin.

41-) Fotoğraf makinenizin temizliğine önem verin. Dijital fotoğraf makinelerinin en büyük düşmanlarından biri tozdur. Özellikle objektiflerinizi temizlerken elinize ne geçerse onunla temizlik yapmaya çalışmayın. Kolonya benzeri çözücü maddeleri asla kullanmayın. Sadece objektif ve optik malzemelerin temizliğinde kullanılan özel kimyasalları ve kâğıtları tercih edin.

42-) Fotoğraf makinelerinizi ve objektifleri fotoğraf çantasında taşıyın. Fotoğraf çantanızın su ve toz geçirmemesine, darbelere karşı korunaklı olmasına dikkat edin.

43-) Uzun yürüyüşlerde ve seyahatlerinizde sırtınızda, iki omuzda taşınabilen fotoğraf çantalarını tercih edin. Uzun süre tek omuzda taşınan ağır bir fotoğraf çantası belinizde ve sırtınızda ağrılara neden olabilir.

44-) Fotoğraflarınızı depolarken kendinize özgü bir sistematik geliştirin. Önemli fotoğraflarınızı hem hard diskte hem de CD/DVD ortamında saklayın.

45-) Kumsal ve çöl gibi ortamlarda fotoğraf çekiyorsanız makinenizi korumaya özen gösterin. Çekiminiz bittikten sonra mutlaka fotoğraf çantanıza yerleştirin.

46-) Uzun süreli fotoğraf çekimlerinden sonra makinenizin bakımını yapın. Özellikle DSLR fotoğraf makinesi kullanıyorsanız görüntü algılayıcınız (CCD/CMOS sensör) kirlenmiş olabilir. Bu gibi durumlarda da en ufak bir toz tanesi bile fotoğraf karenizde kocaman bir leke olarak görülecektir.

47-) Fotoğrafınızı internet üzerinde kullanacaksanız (web sayfası, mail vs) görüntü boyutunu düşürün ve mutlaka JPEG çekin.

48-) Yağmur altında fotoğraf çekerken fotoğraf makinenizin ıslanmaması için özel yağmurluklardan faydalanabilirsiniz. Makineniz ıslandığında da bir an önce kuru bir bezle temizlemenizde fayda var.

49-) Soğuk havalarda ve özellikle de kar altında fotoğraf çekerken pillerinizin sorun yaratabileceğini ve sizi yarı yolda bırakabileceğini unutmayın. Yanınızda mutlaka yedek bir pil bulundurun. Ani hava değişikliklerinden uzak durmaya çalışın. Çok soğuk bir ortamdan çok sıcak bir ortama geçtiğinizde, fotoğraf makinenizi direkt olarak ısı kaynağından uzak tutmaya çalışın.

50-) Objektiflerinizin önünde koruyucu filtre olarak UV ya da Skylight'i kullanabilirsiniz. Böylece objektifiniz dış kaynaklı sorunlara (çizilme, tozlanma, kırılma…)  karşı korunmuş olur.


 

 

 


30 Kasım 2012 Cuma

ANLAR

Anlar
Eğer,yenıden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doguşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmedigim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar,sadece anlar.Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eger,hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85
indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM….
Arjantin-1985

Jorge Luis Borges

23 Kasım 2012 Cuma

Yağmur

21 Kasım 2012 Çarşamba

Zihinsel ve Duygusal Sağlığımız

Zihinsel ve Duygusal Sağlığımız
Zihinsel ve duygusal sağlık ne demek? Sağlıklı insanlar duygularını ve hareketlerini kontrol altında tutabilen insanlardır. Hayatın kaçınılmaz zorluklarının üstesinden gelebilir, güçlü ilişkiler kurabilir ve yaratıcı olabilirler. Kötü şeyler yaşadıklarında da, bunu iyiye çevirip hayatlarına devam ederler.
Ne yazık ki birçok insan hem zihinsel anlamda hem de duygusal anlamda sağlıklarına gerekli önemi vermemekte ve sadece problemleri olduğunda kendilerine dönmektedirler. Fiziksel sağlımız için çaba sarfetmek ne kadar gerekliyse, zihinsel ve duygusal sağlığımızın da bir o kadar önemli olduğunu unutmayalım. Bu konuya ne kadar zaman ve enerji harcarsak bize geri dönüşü de o kadar etkili olacaktır.

Zihinsel ve duygusal sağlığımız, genel anlamda psikolojimizi, kendi hakkımızda ne düşündüğümüzü, ilişkilerimizin nasıl olduğunu, duygularımızı nasıl kontrol ettiğimizi ve zorluklarla nasıl başa çıktığımızı göstermektedir. Zihinsel ve duygusal anlamda sağlıklı olmamız sadece zihinsel problemlerimizin olmadığı anlamına gelmez. Aynı zamanda, depresyon, endişe ve başka psikolojik proplemler de yaşamıyor olmak ve pozitif karakteristik özelliklere sahip olmak gerekir. Hayata duyulan memnuniyet, eğlenmek, gülmek, gönül ferahlığı, stresle mücadele edebilmek, güçlü ilişkiler kurabilmek, yeni şeyler öğrenme isteği, iş hayatı ve özel hayat arasındaki denge, kendine olan güven bu özellikler arasındadır.

Esnek Olmanın Sağlıklı Olmadaki Rolü

Zihinsel ve duygusal anlamda sağlıklı olmamız hiçbir zaman problem yaşamayacağımız anlamına gelmemektedir. Hepimiz zaman zaman hayal kırıklıkları ve kayıplar yaşarız, hayatımızda değişiklikler olur. Bunların hayatın gerçekleri olması üzülmemizi, endişe etmemizi ve stres yaşamamızı engellemez. Farkı, düştüğümüz bu tür zor durumlardan nasıl çıkacağımız yaratacaktır. Odaklanabilmek, değişimlere açık, yaratıcı ve pozitif olabilmek gerekir. Bunu yapabilmenin en kolay yolu dengede kalabilmektir. Duygularımızın farkına varmak ve düzgün aktarabilmek, depresyona girmemizi ve negatif bir ruh halinde kalmamızı engeller. Ayrıca, etrafımızda bize destek verecek insanlar olması da cesaretlenmemiz açısından bir o kadar önemlidir. Bu yönünüzü güçlendirmek için hayata kendinizi bırakın, deneyimler yaşayın ve gerektiğinde de bunları bırakmayı öğrenin. Problemlerinizi ele alın, enerjinizi yeniden depolayın ve bunu yaparken de günlük hayatınızı aksatmayın. Sevdiklerinizle zaman geçirin. Kendinize ve sevdiklerinize güvenin.

Fiziksel Anlamda Sağlıklı Olmanın Duygusallığa ve Zihne Faydaları

Fiziksel anlamda sağlıklı olmamızın zihinsel ve duygusal anlamda sağlıklı olmamıza katkısı tahminimizden de fazla. Öncelikle, vücudumuza çok iyi bakmalıyız. Zihin ve vücut birbiriyle bağlantılıdır. Fiziksel anlamda daha sağlıklı olduğumuz takdirde otomatik olarak zihinsel anlamda da daha sağlıklı oluruz. Dolayısıyla, günlük hayatımızda yapmayı seçtiğimiz aktiviteler fiziksel ve duygusal sağlığımızı bire bir etkilemektedir. Yeteri kadar dinlenmeli, sağlıklı beslenmeli, stresten uzak durmalı, modumuzu yükseltmek için spor yapmalı, güneş ışığından faydalanmalı ve en önemlisi de sigara ve alkolden uzak durmalıyız.

Zihinsel ve Duygusal Sağlığımızı Kendimize Daha Çok Önem Vererek Nasıl Geliştirebiliriz?

Kendimize karşı daha duyarlı olmamızın vakti geldi. Sakin olmalı ve enerjimizi artırmalıyız, bunun için de beş duyu organımızı kullanmalıyız. Müzik dinlemeli, görebileceğimiz ve koklayabileceğimiz yere çiçek koymalı, ellerimiz ve ayaklarımıza masaj yapmalı ve sevdiğimiz içecekler içmeliyiz. Yaratıcı, keyif alacağımız aktiviteler modumuzu daima pozitif yapacaktır. Bahçeyle ilgilenmek, resim yapmak, yazmak, enstrüman çalmak bizi her daim mutlu edecek aktivitelerden sadece birkaçıdır. Hayvan beslemek de zihinsel ve duygusal sağlığımızı artırmanın bir başka yolu; sorumluluk getirecek fakat karşılığında büyük sevgi görmenizi sağlayacaktır. Sebebi olmasa da iyi hissettiğimiz aktivitelerde bulunmalıyız. Ve mutlu olduğumuz şeyleri düşünüp, şükretmeliyiz. Hepimiz farklıyız, bazılarımız daha çok hareket ederek kendini daha iyi hissederken diğerleri daha sakin durmayı tercih edebilirler. Önemli olan o yolu keşfetmektir. Tekrar hatırlatmak isterim ki, dengede olabilmek için lütfen endişelenmeyi bırakalım ve stresimizi kontrol altında tutmayı öğrenelim.

Destekleyici İlişkiler

Kendimizi bu yolda geliştirirken daima başkalarının desteğine de ihtiyacımız olacaktır. İnsanlar sosyal yaratıklardır. Kendimizi toplumdan dışlayarak mutlu olamayız. Televizyon seyrederek ve bilgisayarda vakit öldürerek hayatımızı geçiremeyiz. Sevdiklerimize zaman ayırmalı, bizi mutlu eden insanlarla sohbet etmeliyiz. Başkalarını mutlu etmek en az bizi de o kadar mutlu edecektir. Bunu da dengede tutarak o hazzı hissetmeliyiz. Kuracağımız güzel ve uzun süreli ilişkiler de zihinsel ve duygusal sağlımız açısından oldukça önemlidir.

Sağlığımızın Önüne Geçebilecek Engeller

Yaşadığımız deneyimler kişiliğimizi oluşturur. Çocukluk dönemlerimiz oldukça önemlidir. Genetik ve biyolojik faktörlerin etkisi yüksektir, fakat deneyimler de çok önemlidir. Zihinsel ve duygusal sağlığımızı etkileyecek riskli faktörler:

- Doğum sonrası bakıcıyla kurulan zayıf bağ: Yalnız ve dışlanmış hissetme. Kendini güvende hissetmeme. Aklı karışmış bir çocukluk dönemi.

- Travma: Anne ve/veya baba kaybı. Savaş ve hastaneye kaldırılma gibi diğer travmatik deneyimler.

- Çaresizlik: Yaşanılan negatif deneyimler sonucunda olaylar karşısında kontolsüz olduğunuz inancı.

- Hastalık: Kronik hastalıklar, sakatlıklar ve diğer insanlardan uzak durmanızı gerektiren hastalıklar.

- İlaçların yan etkileri: Özellikle çok ilaç kullanması gereken yaşlı insanlar.

- Madde bağımlısı: Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı zihinsel problem yaratır, var olanı ise daha da kötüleştirir.

Sebep her ne olursa olsun zihinsel ve duygusal sağlığınızı kaybettiyseniz, geri kazanmanız için geç değil. Sevgi dolu ilişkilerle, sağlıklı yaşamla, stres ve negatif düşüncelerle başa çıkma yolları bularak sağlığınıza tekrar kavuşmanız mümkün.

Profesyonel Yardım

Kendinizi iyi hissetmek için yeteri kadar zaman harcadığınızı ve karşılığını alamadığınızı düşünüyorsanız, profesyonel yardım almanın vakti geldi demektir.

- Uykusuzluk problemi.

- Mutsuz olma modunun uzun süre devam etmesi.

- İşte ve günlük hayatta konsantrasyon eksikliği.

- Problemlerle başa çıkmak için sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlısı olmak.

- Hayatınıza hakim olan negatif düşünceler ve korkular.

- İntihar etme düşüncesi ve girişimi.

Probleminiz büyümeden ele alırsak daha çabuk ve daha iyi sonuçlar elde ederiz. Hayatı ve kendinizi seviyorsanız, daha mutlu yaşamak için çözümler arayın ve yardım almaktan çekinmeyin.

Kaynak:
American Pschological Association

Ekim 2012 Trendler

Ekim 2012 Trendler

Birde Üç

Hep üçte bir söylemine alışmışken nedir bu 1'de 3? Dijital hayatla birlikte çok fazla ekilmeye başladık. O yüzden de bir gün için o olmazsa o, öbürü olmazsa bu gibi üç ayrı alternatif program yapmaya başladık. Hayatımızda en çok değişen şeylerden biri programlarımıza sadık kalmamak. Ne de olsa bir telefon veya mesajla gelemeyeceğimizi kolayca çabucak söyleyiveriyoruz. Sosyal sermayemiz dijital hayatlara bağlı olarak daha da düştü. Sosyal sermayeyi birbirimize duyduğumuz güven, hoşgörü ve yardımseverlik belirliyor. Karşımızdakinin verdiği sözü tutmayacağını iyice kanıksamaya başladık. Hatta bu huydan kendimiz de edindik. Hiçbir şeyin ve kimsenin yeri başka değil, artı; üç alternatiften bir oluverdik.

Sonsuza kadar yaşayacak mıyız?

200 hatta 400 yaşına kadar yaşamak eskisi kadar "hadi canım olur mu öyle şey!" dedirten bir şey değil. Kime 200-400 sene yaşayacağımızı söylesem "olmaz" diyenini görmedim. Sadece "off çok fazla" diyen var. Olup olmayacağı değil de iyi mi kötü mü olduğu tartışılıyor. Bu soruya Tobias Hulswitt ve Roman Brianzank çok kafa patlatmışlar hatta bir kitap hazırlamışlar.

Tobias Hulswitt 1973 Hannover doğumlu. Serbest yazarlık yapıyor. Romanları ve bir de çocuk kitabı var. Roman Brianzank ise 1969'da Çekoslovakya doğumlu. Frankfurt am Main ve Berlin'de felsefe ve fizikokuduktan sonra biyoloji alanına geçmiş. Berlin'deki Max Planck Enstitüsünde moleküler genetik alanında bilim insanı olarak çalışıyor. Yazarlardan Tobias'ın kaşif ve fütürolog Ray Kurzweil ile yaptığı söyleşideRay kısa bir süre öncesine kadar kaçınılmaz olarak görünen ölümün çaresi olduğunu söylüyor. Ray üç köprüden söz ediyor; ilkin metabolizmayı ek besinlerle ve belli yaşam tarzıyla manipüle ederek genetiğin bizi yaşlılıktan kurtaracağı ikinci köprüye ulaşıyoruz.Ray aldığı iki yüze yakın ek besin sayesinde 60 yaşında olmasına rağmen 40 yaş değerlerine sahip. Üç köprüden ikinciye bu ek besinler sayesinde ulaşıyoruz. İkinci köprü bizi, nano robotların vücudumuzu onardığı, sabit diskimizin değiştirildiği yapay zekayla bir olacağımız ve bir daha ölmek zorunda olmadığımız üçüncü köprüye götürüyor. Peki bu canlıya hala 'insan' mı diyeceğiz. Elbet ismi bulunacak.

Dijitalden Analoğa

Lomography Gallery kesinlikle analogcuları analogda tutacak, dijitalcileri ise cezbedecek bir galeri. Galerinin dışında kalmanız mümkün değil. Renkli, bir o kadar sakin ve etkileyici olunca gözünüzü alamıyorsunuz ve bir güç sizi içeri çekiyor.
  • Lomograflar analogdan kopmayanlar kadar yeni tanışanlar için de deneysel bir tarz. Şartı şurtu yok, nasıl çekmek isterseniz öyle çekiyorsunuz.
  • Avusturya'lı iki öğrencinin 1991'de Rus yapımı LC-A kullanımı ile başladı ve kült haline geldi. Kesinlikle çok değerli bir hediye ve eğlenceli bir uğraş haline gelebilir.
  • Sanki senelerdir Spinner kullanıyormuşsunuz gibi halkasından tutup Spinner ile 360 derece bir fotoğrafı çekiveriyorsunuz. Çocuklar cep telefonunu nasıl hemen çözüyorsa bu kameraları da çözmek için çok bir şey yapmak gerekmiyor. Şu hoparlör kafalı Spinner, halkası dışarıda "beni çek" diyor zaten. Gerisini kendisi hallediyor.
  • Analog film çekimi için LomoKino, hareketi yakalamak için Action Sampler, efsanevi Diana dijitalcilerin bile kanına girebilecek kameralar. Bunlardan herhangi birini gördükten sonra merak dürtüyor ve kulaklarınızdan "hadi al dene, çok eğlenceli" sesi gitmiyor.

Festival Ruhu


Bir değil iki değil üç değil sürekli festivaller olmaya başlayınca kalıcı bir festival ruhu çöktü. Harmoniye duyulan özlem, ait olma ve takdir edilme duygusu büyüyor. Bir sürü farklı öğeler bir araya gelebiliyor. Çok canlı baharat renkleri, mesajı olan takılar, geniş motifler, romantik detaylar ve saf beyazlık iç içe.

17 Kasım 2012 Cumartesi

Life of Leonardo


[tweet https://twitter.com/ugurerdemir/status/257873478466797568 lang='tr']

15 Kasım 2012 Perşembe

HİNDİSTAN GİZEMLİ BİR ÜLKE..

Seyahat:
Uzaklarda Gizemli Bir Ülke Hindistan
Kıpkırmızı güneşi, gülümseyen sıcacık yüzleri, farklı renkleri ve büyüleyici tapınaklarıyla başka hiç bir yere benzemeyen bir ülke Hindistan. "Nasıldı?" sorusunaysa öyle basit, tek kelimelik bir cevap vermek imkansız. Sürprizli, şaşırtıcı, farklı, dokunaklı, etkileyici...
Hindistan hep gitmek istediğim, kültürünü ve insanını merak ettiğim, ama bir o kadar da ulaşılması güç görünen büyülü bir ülkeydi benim için. Öyle ki pilotun Delhi'de havanın tozlu ve sıcak olduğunu anons ettiği o an, ancak idrak edebildim bu yolculuğun başladığını. Kafamda anlatılanlardan kaynaklanan ön yargılar, biraz endişe ve bolca merakla ayak bastığım havaalanından çıkar çıkmaz bizi karşılayan Ambassador marka sevimli otomobiller ve otele giden yolda bizi selamlayan kıpkırmızı güneş, şimdiye kadar gördüğümüz hiç bir yere benzemeyen bu şehirde, bir çok güzel sürprizle karşılaşacağımızın ilk işaretleri oldu.



Gittiğim farklı şehirlerde mutlaka ziyaret edilmesi gereken tarihi ve turistik yerlerden daha çok o ülkenin insanları, kültürü, yaşam tarzı ilgimi çekmiştir. Delhi sokaklarında dolaşmaya başladığımız ilk gün edindiğim ilk izlenimse, bu kadar trafik gürültüsünden, fakirlikten ve kalabalıktan kaynaklanan kaosa rağmen insanların hayata tutunmaktaki azmi ve yüzlerinden eksik olmayan gülücüklerden de anlaşılabileceği gibi tüm zorluklara rağmen mutlu olmaları oldu. Hiç de hijyenik olmayan şartlarda sokaklarda yaşamak zorunda olan insanlar, tüm zorluklara rağmen renkli kıyafetlerinden ödün vermeyen kadınlar, gülen yüzleriyle yanımıza yaklaşıp çekingen bir tavırla bizimle fotoğraf çektirmek istediğini söyleyen kadınlı erkekli gruplar, aslında günlük yaşam için büyüttüğümüz sorunların ne kadar anlamsız olduğunu fark etmemizi sağlıyor. Bir süre sonra yakamızı bir türlü bırakmayan satıcılardan bile bunalmıyor, kornalardan yayılan şehir gürültüsünde bile kendimizi huzurlu hissediyor, Hindistan'ın başkentinde keşfedilmeyi bekleyen diğer cevherlere ulaşmak için sabırsızlanmaya başlıyoruz.

Delhi, 'eski' ve 'yeni' olmak üzere, her biri farklı deneyimler vaat eden iki farklı dünyadan oluşuyor. Yeni Delhi gösterişli parlamento binası, geniş yolları ve geniş yeşil alanlarıyla Birleşik Krallık döneminin izlerini taşırken; eski Delhi adı verilen bölge sağınızdan solunuzdan geçen 'Rickshaw'ları (Hindistan'da sıklıkla rastlayacağınız, motorlu ya da insan gücüyle çalışan üç tekerli bisikletler), etrafınızı çevreleyen satıcıları ve aradığınız her şeyi bulabileceğiniz pazarlarıyla aslında hayatın tam olarak akıp gittiği bölge.



Delhi'deki ilk durağımızsa halk tarafından kendisine verilen ismi ile Mahatma (yüce ruh) Gandhi'nin suikast sonucu ölümünün ardından yakıldığı Raj Ghat oluyor. Tıpkı Gandhi'nin hayatı gibi sadeliğin hakim olduğu bu kutsal anıta yaklaşmak için bir saygı gösterisi olarak ayakkabılarımızı çıkarmamız gerekiyor. Aslında Hindistan'da kutsal mekanların çoğuna çıplak ayakla girmek şart. Hindistan'ın en büyük camisi olan Jama Mescidi ise kırmızı rengin hakim olduğu gösterişli kubbeleri ve duvarlarıyla ikinci durağımız ve belirli bir uzaklıktan bile insanı büyülemeyi başarıyor. İşte ilk Rickshaw deneyimimizi de Jama Mescidi çıkışında, bizi dört bir yandan kuşatan insan, keçi, otomobil ve motosiklet trafiğinden kurtulmak için yaşıyoruz. Bollywood sinemasının yıldızlarının fotoğraflarıyla süslü bu sevimli taşıt, arabaların ve insan selinin oluşturduğu, korno seslerinden konuşmaların duyulmadığı trafikten bizi bir anda kurtararak, Şah Cihan tarafından 1648 yılında yaptırılan ve göz alıcı kırmızı duvarları nedeniyle Kırmızı Kale olarak adlandırılan Red Fort'a getiriyor. Şah'ın zenginlik ve gücünün simgesi olan kale, Kapalıçarşı'yı andıran küçük çarşısı, kale duvarlarının arkasında akan Yumanu nehri ve geniş avlularıyla o dönemin tüm görkemini seriyor önümüze.

Bununla birlikte Delhi tabii ki elinizi kolunuzu sallayarak yolunuzu rahatlıkla bulabildiğiniz, kendinizi güvende hissettiğiniz Avrupa şehirlerinden - ki son yıllarda artan hırsızlık olayları düşünülürse, onların da ne kadar güvenli olduğu şüpheli- farklı. Zaten Delhi'de en çok yapılan uyarılardan biri de ''Dikkatli olun!'' oluyor. Yine de gezimiz boyunca herhangi bir terslikle karşılaşmadığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Burada yabancı olduğunuzun anlaşılması için sarışın ya da mavi gözlü olmanıza da gerek yok. Bollywood filmlerinden fırlamış gibi görünen, rengarenk sarilerine sarınmış kadınlar ve çocuklar arasında ne giyerseniz giyinin dikkat çekiyor; tüm bakışları üzerinizde hissediyorsunuz. Bir süre sonra kadınlı erkekli gruplar yanınıza çekingen adımlarla yaklaşarak sizinle fotoğraf çektirmek istediklerini dile getiriyor.



Delhi civarındaki bir çok yer UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Bunlardan biri olan Qutub Minar da (Kutup Minaresi) huzurlu bahçesi, islam ve hindu detaylarıyla süslenmiş 72.5 metrelik minaresi ve belki de ziyaret ettiğimiz saatin güneşin batışına denk gelmesi nedeniyle bizi bir hayli etkilemeyi başardı.

Delhi'de yaşamı kolaylaştıran bir diğer yenilik de metro. Şehrin neredeyse her bölgesine gitmemizi sağlayan metro, temizliği ve düzeniyle trafik açısından büyük kolaylık. Metronun bazı kompartımanları aşırı kalabalık nedeniyle sadece kadınlara ayrılmış ve bu da açık söylemek gerekirse büyük rahatlık sağlıyor. Aslında bu uygulama pek çok yerde geçerli. Hava alanlarında ya da kutsal yerlerin girişlerinde de genelde kadınlar ve erkekler farklı kuyruklardan içeri alınıyor. İşte tüm yorgunluğumuza rağmen Hintli arkadaşlarımızın davetiyle katıldığımız Ramlila festivaline de metro sayesinde trafiğe bulaşmadan kolaylıkla ulaşmayı başarıyoruz. Şehrin Chandni Chowk adı verilen bölgesinde düzenlenen festivale 8-10 kişilik bir turist grubuyla birlikte katılıyoruz. Dönme dolapların ve pavyonların olduğu, bir panayırı andıran bu rengarenk ve ışıl ışık lunaparka kurulu sahnede, Hindu tanrısı Lord Rama'nın hayat hikayesi bir tiyatro gösterisiyle anlatılıyor. Bize ayrılan özel bölüme girerken bir rahip tarafından boynumuza takılan Hindistan'a özgü Marigold çiçeği ve alnımıza sürülen pirinçle karışık kırmızı tozla karşılanıyoruz. Birazdan herkesi teker teker dolaşarak, bileklerimize kırmızı, sarı ve turuncu renklerden oluşan ipleri bağlayarak dua eden rahip, bu bilekliklerin bize şans ve bereket getireceğini söylüyor. İyinin kötüye galip gelmesiyle biten gösteri, şeytan Ramayana'nın büstlerinin yakılmasıyla son buluyor ve biz de ilk günün yorgunluğunu atmak üzere otelimize gidiyoruz.

Tac Mahal: Ölümsüz Aşkın Mabedi

Delhi'den Agra'ya yolculuk kara yoluyla neredeyse dört saat sürüyor. Yolda karşılaştığımız insan manzaralarıysa bu ülkede sefaletin ne boyutta olduğunu açıkça seriyor önümüze. Mukavva kutularda, her ihtiyaçlarını sokaklarda gören insanlar çıkıyor karşımıza yol boyunca. Bu yolculuk birçok açıdan daha önce yaptığımız seyahatlerin hiç birisine benzemiyor aslında. Sürekli birbirini geçmeye çalışan kamyon ve arabalar arasında biz de bir yandan diğer yana savruluyor; durmak bilmeyen korna sesleri nedeniyle sersemliyoruz. Öyle ki ''Lütfen kornaya basınız!'' yazısı, neredeyse tüm kamyonların arkasında ve bu ülkenin trafiğinde hayatta kalmak için gerçekten de korna çalmak gerekiyor. Çünkü kamyon şoförlerinin çoğu dikiz ve yan aynalarını kullanmak gibi bir zahmete girmiyor; siz de var olduğunuzu ancak kulak tırmalayan bu sesle belli edebiliyorsunuz. Tuhaf olansa, Hindistan'da pek çok şey gibi bu duruma da kısa bir süre sonra alışıyor olmak. Zaten tüm haşmetiyle karşınızda yükselen Tac Mahal'i gördüğünüzde, bu yolculuğun her saniyesine değdiğini ve neden bu harikulade yapının dünyanın yedi harikasından biri olduğunu anlıyorsunuz. Şah Cihan'ın üçüncü eşi ve en büyük tutkusu olan Mümtaz Mahal için yaptırdığı bu anıt mezar, tam 22 yılda tamamlanmış ve inşasında tamamen beyaz mermer kullanılmış. Her detayın en ince ayrıntısına kadar düşünüldüğü Tac Mahal'in yapımında ise 20 bin işçi ve İstanbul'dan, Bağdat'tan ve Kahire'den gelen mimarlar çalışmış. Ki kubbesi, minaresi ve avlusunda bulunan camisiyle İslami mimarinin izlerini taşıyan anıtta Hint ve Pers uygarlıklarından izler görmek de mümkün. Agra'ya gitmişken tabii Tac Mahal'i tepeden görmenizi sağlayan eşsiz bir manzaraya sahip, maymunlarla dolu Agra Fort'u ve bir zamanlar Babir İmparatorluğu'na başkentlik yapmış olan hayalet şehir Fatehpur Sikri'yi de ziyaret etmeyi ihmal etmiyoruz.



Egzotik Cennet Goa

Gezimizin üçüncü gününde istikamet ayin niteliğindeki partileriyle tanınan Goa. Delhi'den hava yoluyla iki buçuk saatte ulaştığımız Goa; egzotik Hindistan cevizi ağaçları, bembeyaz kumsalları ve sakinliğiyle Delhi'nin yorgunluğunu üzerimizden atmamızı sağlıyor. 400 sene boyunca Portekiz sömürgesi olarak kaldıktan sonra, Hindistan'a 1961 yılında katılan Goa'da Portekiz koloni mimarisinin en güzel örnekleriyle karşılaşıyor, lezzetli deniz ürünlerinin keyfine varıyoruz. Daha turistik ve kalabalık olan Kuzey Goa'nın aksine, güney tarafı sakin plajları ve tertemiz deniziyle çok daha huzurlu. Bunun nedeniyse bir zamanlar hippilerin kalesi olarak kabul edilen Goa'da beş yıldızlı otellerin giderek çoğalması. Yine de güney tarafının sakin plajlarında, denizin tadını çıkarmak, beyaz kumların üzerindeki sevimli restoranlarda bira eşliğinde güneşi batırmak ve nefis yiyeceklerle mideye gerçek bir ziyafet çektirmek mümkün. Fakat asıl sezon kasım ayında başladığı için ne yazık ki efsanevi plaj partilerini görme fırsatını kaçırıyoruz. Eğer olur da bir gün yolunuz Hindistan'ın bir numaralı tatil cenneti Goa'ya düşecek olursa, mutlaka yapılması gerekenler listenize bunları eklemeyi unutmayın. Kuzay Goa'nın en popüler plajlarından biri olan Baga'da yer alan Brittos restoranda okyanusa karşı farklı kokteylleri deneyin ve yerel mutfağın tadına bakın; Mandovi nehri üzerindeki teknelere binerek, gün batımını Goa Müziği eşliğinde izleme fırsatını kaçırmayın; Enfes Portekiz mimarisiyle yapılmış evleri ziyaret edin ve taze hindistan cevizi suyunun tadına bakmadan Goa'dan kesinlikle ayrılmayın.

Yaşayan Şehir Mumbai

Hindistan kesinlikle tek seferde görülecek bir ülke değil. Bu nedenle zamanınız kısıtlıysa program yapmanız şart. Bizim son durağımız kısa bir süre öncesine kadar Bombay olarak bilinen, fakat İngiliz döneminin etkisini silmek için 1995'te Hindu ismi alan Mumbai oluyor. Hindistan ekonomisini döndüren bu dünyanın üçüncü büyük şehri, ülkenin ticaret, finans ve kültür başkenti. Ayrıca Bollywood adıyla bilinen Hindistan film endüstrisine de ev sahipliği yapıyor. Zaten daha önce de söylediğim gibi bu ülkede gündeminiz bir anda değişiyor, özellikle de gününüzün büyük bölümünü orada yaşayan arkadaşlarınızla geçiriyorsunuz. Biz de Hintli arkadaşlarımız sayesinde bir süre sonra kendimizi ünlü Bollywood aktörlerinden hangisinin daha yakışıklı ya da daha yetenekli olduğunu tartışırken buluyoruz. Tercihimizi Aamir Khan'dan yana kullanıyoruz.

Delhi'nin aksine okyanus kıyısında yer alan Mumbai, modern kafe ve barları, akşamları sahile akın eden insanların görüntüleriyle ilk bakışta İzmir'in Kordonboyu'nu andırıyor. Şehrin ikonuysa 1911'de İngilizler'in Hindistan'a çıkışını temsil eden India Gate. Marine Drive olarak da bilinen okyanus kıyısından uzanan yol, aynı zamanda geceyi aydınlatan ışıklar nedeniyle Queens Necklace olarak da adlandırılıyor. İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth'den John Lennon'a kadar pek çok ünlüyü ağırlamış olan Taj Mahal Palace and Towers oteli ise özellikle 2008'de yapılan terörist saldırısıyla tanınıyor ve önündeki uzun kuyruktan da anlaşılabileceği gibi şu anda turistlerin en büyük ilgi odakları arasında.

Mumbai'deki önemli ziyaret noktalarından bir diğeri de Viktorya dönemine ait gotik mimarinin izlerini taşıyan ve dünyanın en güzel tren garlarından biri olarak kabul edilen Chhatrapati Shivaji Terminus adlı tren garı. Zaten bu bölgedeki hemen hemen tüm binalarda İngiliz döneminin etkisini görmek mümkün.

Gotik mimarinin etkisi altındaki bölgeden çıktıktan sonra yolumuzu, geçmişi 100 yıl öncesine uzanan ve dünyanın en büyük açık hava çamaşırhanesi olarak kabul edilen Dhobi Ghati'ye çeviriyoruz. Çeşitli yerlerden toplanan giysiler bu devasa çamaşırhanedeki küçük bölmelerde yıkanıyor.

Aslına bakılacak olursa Mumbai, içinde çok sayıda tezatı bir arada bulunduran bir şehir. Bir yandan Hindistan'ın en lüks otellerine ve villarına ev sahipliği yaparken, diğer yandan Asya'nın en büyük varoşunu içinde barındırıyor. Slumdog Millionaire filminin de çekildiği Dharavi varoşunu ve derme çatma yerlerde yaşayan insanları otoban kenarından geçerken görüyoruz. Mumbai'de yaşayan arkadaşımız, filmden sonra ünlenen bu bölgeye turistik turların düzenlendiğini söylüyor ve fakirliğin turistik bir malzemeye dönüşmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Uçsuz bucaksız Dharavi'nin büyüklüğünüyse, ancak uçağımız Türkiye'ye dönmek üzere havalandığında fark edebiliyoruz.

Mumbai Hindistan'ın farklı mutfaklarını tatma fırsatını bulduğumuz şehir de oluyor aynı zamanda. Marine Drive üzerindeki Panchavati Gaurav'da vejetaryen mutfağın en lezzetli tatları küçük kaselerde önümüze sunuluyor. Hipodroma nazır Gallops'daysa Hint mutfağına özgü tavuk yemekleriyle midemize gerçek bir ziyafet çektiriyoruz.

Hindistan'da geçirdiğimiz 10 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Tamamen farklı bir kültürü ve mimariyi tanımanın, birbirinden güleryüzlü, arkadaş canlısı ve misafirperver insanlarla tanışmanın, hiç unutulmayacak anıların etkisiyle Türkiye'ye dönüyoruz. Bu büyük ülkede gezilip görülecek daha çok yer var ve biz bu harika kültürü daha fazla tanımak ve dost canlısı insanları görmek için yine geleceğimizden kesinlikle eminiz...

7 Kasım 2012 Çarşamba